Örneklerle canlılarda evrimin izini sürmek: Morfoloji, genetik ve ortak ata ilişkisi
Bu derleme yazısında, evrimin hem bedenlerdeki hem de genlerdeki bazı izlerine ve bunların ortak kökenle olan ilgisine değineceğiz. Ayrıca birçok canlı hakkında ilginç bilgiler de bulacaksınız.
Aralarında biyoloji, antropoloji ve paleontolojinin de olduğu bilim alanları, canlıların tamamının -ister uzak ister yakın olsun- akraba olduğunu teyit eder. Yani aslında canlı türlerinin atalarını, gidilebildiği kadar geriye doğru takip etseydik, tek bir canlı türüne ulaşmış olurduk. Canlıların hepsi, onun evrim geçirmesiyle oluşagelmiştir. Bilinen en eski canlılık izleri, günümüzden yaklaşık 4 milyar yıl geriye gider.
Yaşamın en eski izleri
Koaservat (Vikipedi)
Artık ön (ilkel) hücre olarak bilinen koaservatlara değinebiliriz. Bir okyanus tabanında su ve gaz püskürten bacaları hayal edin. Buradaki çeşitli organik moleküller, yapıları gereği sudan kaçma eğilimindeler (hidrofobik). Nitekim sudan uzaklaşarak kendi aralarında toplanıyorlar. Kabarcıkları andıran bir görünümleri var. Artık, canlılık özelliği gösteren en küçük birim olan hücrelerin atası olmaya aday koaservatlara bakıyorsunuz! Canlılar organik kimyasallar içerirler. Koaservatlar da öyle! Ancak bir genetik materyalleri (DNA veya RNA) yok. Bu yüzden kendi kopyalarını üretemiyorlar. Fakat büyüyebiliyorlar. Bir noktadan sonra genetik malzemenin de eklenmesiyle, mavi-yeşil algler (siyanobakteriler) olarak bilinen en eski canlılar ortaya çıkıyor. Onlar gibi tek hücreli canlıların yığılarak oluşturdukları fosil katmanlarına, stromatolit deniliyor.
Nihayet canlılık oluştu ve değişmeye-dönüşmeye başladı. Milyonlarca canlı çeşidi dünya sahnesinde boy gösterdi. Biyolojik evrim hâlen sürüyor ve canlılık var olduğu müddetçe devam edecek! Artık atasal ilişkilere ve bunun canlılardaki kanıtlarına değinebiliriz. Mesela iguanaları, insanları ve şempanzeleri ele alalım. Hepsinin 5 tane parmağı var. Atlarda ise tek bir toynak... Ancak bu durum sizi yanıltmasın. Bizim de iguanalar gibi 5 parmağımızın olması, onlara, atlardan daha yakın akraba olduğumuzu göstermez! Atlarda bulunan kıllı olmak, süt vermek gibi bir dizi özellik, onların da bir zamanlar 5 parmağı olduğunun, fakat sonradan bunların tek toynakta birleştiğinin göstergesi. At haricindeki hiçbir memelinin parmakları, 1 toynakta birleşmemiştir. Toynaklar, atlar açısından kökendeş bir karakterdir ve bu, onları ortak atalardan evrilmiş bir popülasyona yerleştirir.
Ornitorenk: Memeli mi, sürüngen mi?
Görsel: iStock
Kanguru ve fare gibi hayvanlar, yavrularını doğururlar. Ornitorenkler ise kuşlar gibi yumurtlar. Bunların, uzak akraba oldukları açıkça bilinen diğer canlılarla karşılaştırılması sonucunda, yumurtlamanın eski bir kazanım olduğu ve canlı olarak doğurmanın daha sonraki dönemlerde edinilmiş bir özellik olduğu ortaya çıkmıştır. Bu nedenle kangurular ve fareler birbirleriyle, kuşlara ve balıklara olduğundan daha yakın akrabadır. Ornitorenkte, ördektekine benzeyen bir gaga ve perdeli ayaklar vardır. Memeliler gibi kürklüdür, sürüngenler gibi yumurtlar fakat yine bir memeli gibi yavrularını emzirir. Bu sebeplerden ötürü evrimsel açıdan, sınıflar arası bir geçiş canlısı olarak tanımlanır.
İnsanda ve farede, tümüyle aynı olan pek çok gen bölümü bulunuyor. Hatta 2 bin civarındaki insan geninin, farelerde tam olarak özdeşleri mevcut. DNA molekülünün deşifresine yönelik çalışmalarda görüldü ki, sığırlar bize farelerden daha çok benziyor. Evrim sürecinde, ortak ataları yaklaşık 1 milyar yıl önce ayrılan nematod kurtçuğu ile maya bakterisinin DNA'larının yaklaşık yarısının ortak olduğu anlaşıldı. Birbirlerine oldukça uzak canlıların, gen düzeyinde gösterdikleri bu benzerlik ilgi çekicidir. Mesela insanlarda, kalıtımsal bir sinir sistemi hastalığına sebep olan bir genin, sinir sistemi olmayan maya bakterisinde tam bir dengi bulunuyor.
Timsahlar ile kuşlar arasındaki ilişki
Taksonomi, işleri bazen daha karmaşık bir duruma sokabiliyor. Örneğin kertenkele ve timsahı da içine alan sürüngenler grubuna bir bakalım. Timsahların, çok sayıda özelliğinin incelenmesi sonucunda kuşlara, sürüngen akrabalarından daha yakın olduğu anlaşıldı. Timsahlar, dinozorların akrabasıdır. Kuşlar ise havada süzülme becerisi kazanan dinozorların torunlarıdır.
Şimdi de biraz embriyolardan örnekler verelim. Bir fil embriyosunun böbrekleri, su hayatına uyum sağlamış dugongların böbreklerine fazlaca benzemektedir. Belki de uzun yıllar önce hem suda hem de karada yaşamaya uyum göstermiş bir hayvan türü ikiye ayrıldı. Biri geri dönüşsüz bir şekilde su hayatına uyum sağlarken, diğeri karaya geri döndü. Filler, suda yıkanmayı oldukça seven ve hortumlarıyla gövdesine su püskürten canlılardır. Dugonglar ise suda yaşayan otçul memelilerdir.
Otçul ve sucul memeli: Dugong (Mike Parry / National Geographic)
Farelerin ve meyve sineklerinin gözleri birbirlerinden oldukça farklıdır. Biri tek mercekli bir kamera gibiyken, diğeri çok sayıda küçük aracın bir arada çalıştığı bir düzeneğe benzer. Meyve sinekleri de fareler de gözlerinin tümüyle veyahut büyük oranda küçülmesine yol açan mutasyonlara sahiptir. Sahip oldukları organlar farklı olsa da meyve sineklerinde gözlerin gelişmemesine ya da çok küçük kalmasına yol açan genler ile farelerde gözlerin küçük olmasına neden olan genler, yapısal olarak neredeyse aynıdır. Farelerde gözleri oluşturan genlerin normal tipi, bir sinek embriyosuna aktarıldığında, genetik yapının ilgili hangi yerine eklenmişse (bacak, kanatlar vb.), tipik sinek gözü yapısında gözlerin oluşmasını sağlar.
Çok nadir de olsa insan yavruları, kısa bir kuyrukla dünyaya gelebilir. Bu durum eskiden beri, insanlarla kuyruklu maymunlar arasında bir bağlantı göstergesi olarak ele alınmıştır. Sonuçta hâlâ kuyruklu maymunlar var ve insanların ataları, belli bir zaman öncesinde bir kuyruğa sahipti. Kuyruklarımızı kaybedeli uzun zaman oldu. Ancak asli işlevi kuyruğu desteklemek olan kuyruk sokumu kemiği (coccyx) bizde hâlen mevcut. Artık kuyruğu hareket ettirmiyor fakat gövdeye destek sağlama ve kadınlarda doğumu kolaylaştırmak gibi çok da hayati olmayan işlevleri var. Ne yazık ki zayıf ve kolay hasar alabilen bir yapıda. Nitekim kuyruk sokumu sakatlanmaları sancılı geçebiliyor.
Gelelim erkeklerdeki meme uçlarına... Bazı sıra dışı durumlar haricinde süt bile vermiyorlar! Yani dişilerdeki gibi işlevsel değiller. Buna rağmen var olmaya devam ediyorlar. Aslında hem insanlarda hem de diğer canlılarda, pek çok körelmiş veya asli işlevinden farklılaşmış birim/organ tespit edilmiştir. Mesela insanlardaki üçüncü göz kapağı kalıntısı (plica semilunaris), plantaris kası, apandis ve 20 yaş dişleri (3. büyük azı) gibi. Ayrıca heyecan, gurur veya korku gibi yoğun duygular yaşadığımızda kıllarımızın ürpermesi (kısmen dikleşmesi) ve uykuya dalmak üzereyken aniden gelebilen düşme hissi de bize atalarımızdan yadigar!
Kaynak: Neredeyse Bir Balina, Steve Jones, Ginko Kitap
1 Kişi Okuyor (0 Üye, 1 Misafir) 1 Masaüstü
GENEL İSTATİSTİKLER
6420 kez okundu.
33 kişi, toplam 38 yorum yazdı.
HABERİN ETİKETLERİ
genetik, evrim ve