Son yıllarda oyun dünyasını sıkı takip edenlerin bileceği gibi neredeyse her oyun açık dünya olmuş durumda. Bunun birincil sebebi elbette oyunun süresini uzatabilmek. Oynanış süresini uzatarak oyuncuların oyun fiyatları konusunda şikayetçi olmalarını engellemeye çalışıyor şirketler. Ne yazık ki bu tarz açık dünya oyunları da çok sırıtıyor ve gerçekten sıkıcı bir yapıya sahip oluyor. Artık neredeyse her oyunun açık dünyası sıkıcı olmuşken, dikkat çeken yapımlar genelde evreni ilgi çekici yapımlar oluyor. Benim de 2017 yılında bir oyunun evreni çok ilgimi çekmişti ve duyurulduğu gibi listeme alıp beklemeye başlamıştım. THQ Nordic’in yayıncılığını yaptığı, geliştiriciliğini ise Experiment 101’in yaptığı Biomutant’tan bahsediyorum. 2017 yılında duyurulduktan sonra açıkçası çizgi roman havasına sahip olan grafikleri, enteresan evreni ve oynanışıyla benim ilgimi çekmeyi başarmıştı. 4 yılın ardından da sonunda oyunu oynayabildim. Peki o kadar beklememe değdi mi, oyun güzel olmuş mu?
Her şeyden önce şunu söylemekte fayda var. Bu oyunun normalde 2018 yılında çıkış yapması bekleniyordu ancak arka arkaya gelen ertelemelerle bugüne kadar geldi çıkış tarihi. Normalde bir oyunda bu kadar çok ertelenme yaşandığında ne yazık ki oyunun çıkmış hali pek iç açıcı olmaz. Açıkçası arka arkaya gelen ertelemelerinin ardından bu oyunun da kötü çıkacağını düşünerek beklentimi sıfıra indirmiştim. Sıfır beklenti ile oyuna başladım ve karışık duygularla devam ettim oyuna.
Biomutant’ta yine kıyamet sonrası bir açık dünya bizleri karşılıyor. Sanıyorum ki kıyametin olmadığı bir açık dünyayı yaratmak zor olduğu için ya da kıyamet senaryosu herkesin çok hoşuna gittiği için yine karşımızda böyle bir dünya var. Bu seferki farklılık ise insanların olmadığı, yalnızca mutasyona uğramış hayvanların olması. Oyun duyurulduğunda da bu durum ilgimi çeken ilk şey olmuştu. İkincisi ise bu mutant hayvanların çeşitli dövüş tekniklerine sahip olmasıydı. Artık kıyamette neler yaşandıysa böyle bir evrene sürüklemiş canlıları. Garip olan da bu kısım. Oyunun evreni bir hayli absürt duruyor ancak bir o kadar da içine çekiyor. Geçmişte ne olduğunu, insanların nerede olduğunu ve bir sonraki adımın ne olduğunu sürekli merak içerisinde takip ediyorsunuz. Bunu ana hikâyeden öğrenmenin dışında etrafta bulduğunuz görsellerde de ayrıntı öğrenebiliyorsunuz. Oyunun evreni de hikayesi gibi merak uyandırıcı. Oyunun ana merkezinde Yaşam Ağacı denilen bir varlık bulunuyor ve oyunun başında kritik bir seçim yapıyorsunuz: Ya kurtaracaksınız ya da onu yok edeceksiniz. Oyunun başından itibaren karanlık ve aydınlık tarafla alakalı seçimler yapıyorsunuz. Seçimlerinize ve yaptıklarınıza göre oyunun sonu şekilleniyor ve enteresan bir sona sizleri götürüyor. Peki genel çerçeveden baktığımızda ana hikâye iyi mi? Bu soruya cevap vermek zor ancak kötü olmadığını söyleyebilirim. Peki yan görevler doyurucu mu? İşte bu kısım başka bir paragrafı hak ediyor.
Oyunun açık dünya olduğunu söylemiştim. Oyunun büyük bir haritası var ancak o kadar da büyük değil, çeşitli görevleri var ancak o kadar da çeşitli değil, oyunda yapacak çok şey var ancak o kadar da çok değil. Bu cümleyi şöyle açayım. Çok fazla yan göreve var ve yan görev kısmı biraz garip, takip etmesi zor. Ancak sıkıntı bu değil. Sıkıntı olan kısım görevlerin birbirine benzemesi ve çok fazla gerekli gereksiz görev olması. Ancak her şeye rağmen yine de sizi çok sıktığını söyleyemem, harita biraz dar olduğu için “Şuna da gideyim, buna da gideyim.” derken oradan oraya sürükleniyorsunuz. Harita bölgelerden oluşuyor. Sizin seçtiğiniz müttefike göre de harita bölge bölge oyun ayrılıyor. Ana amaçlardan biri de aynı GTA San Andreas’ta olduğu gibi bu bölgeleri kazanmak ve kendi renginiz haline getirmek. Bu kısımların keyifli olduğunu söyleyebilirim. Öylece gidip harita içerisinde adam kovalamıyorsunuz. Gidip bir kaleyi işgal ediyorsunuz ve bölge sizin oluyor.
Yine genel çerçeveden baktığımda harita yapısını sevdiğimi söyleyebilirim. Ancak görev yapıları çok ilgimi çekmedi.
Görevlerde hatta oyunda beni en çok soğutan şey ise oyunun sürekli bölünmesi oldu. Oyunun giriş kısmı çok bölünüyor. Sürekli bir şeyler öğretiliyor, sürekli birileriyle konuşuyorsunuz ve daha birçok şey. Bu, oyunun giriş kısmında oyundan soğumamı sağladı. Bir diğer eksi ise oyunda karakter seslendirmesi olmaması. Oyunda bir anlatıcı var ve tüm karakterleri o seslendiriyor. Kendi diyaloglarınızı da siz seçiyorsunuz ve sizi seslendiren yok. Ancak karakterlerin seslendirme kısmında, önce karakter garip sesler çıkartıyor (büyük ihtimalle kendi dilinde sesler) sonrasında anlatıcı onun dediklerini açıklıyor. Bu da aynı süreci iki kere yaşamanızı sağlıyor ve açık konuşmak gerekirse çok sıkıyor. En büyük sebebi de diyalogların çok kötü olması. Öylesine yazılmış gibi. Ancak anlatıcının sesi gayet keyifli ama dediğim gibi diyaloglar keyifli değil. Oyundan soğutan kısım demişken aslında oynanışa da geçsek iyi olur.
Seslendirmeden bahsetmişken seslerden de çok ufak bahsedeyim. Müzik konusunda öyle “Aa bu çok iyiymiş.” dediğim bir şarkı duymadım. Ancak genel olarak sesler ve müzikler yeterli seviyede diyebilirim.
Oynanış kısmı oyunun karmaşık duygular yaratan tarafı. Dediğim gibi oyun başlangıçta çok bölünüyor, bunu aklınızda tutmanızda fayda var. Oyun enteresan bir karakter yaratma ekranı ile açılıyor. Karakterinizin gücü, sağlığı, tipi, sınıfı ve özel güçleri gibi birçok şeyi seçebiliyorsunuz. Çok özgün bir karakter yaratma imkânı yok ancak yine de seçimler yapabiliyorsunuz. Birçok şeyi de oyun içerisinde puanları düzgün dağıtarak değiştirebiliyorsunuz. Oyun seviye atlamalı bir sisteme sahip kısaca. Oyunda bir adet yakın bir adet uzak silahınız var. Çeşitli silahlar bularak veya craftlayarak silah konusunda büyük bir çeşitliliğe sahip olabilirsiniz. Yine seçtiğiniz silahlara özel komboları açarak da oynanış kısmında çeşitliliği geniş tutabilirsiniz. Dövüş mekanikleri kısmında gayet çeşitli olduğunu söylemekte fayda var. Ancak seçim yaparken yaptığınız tercih dövüş esnasında o kadar da çeşitli olmuyor. Yani kısaca her savaşta aynı şeyi yapıyor gibi hissediyorsunuz. Oyunda dediğim gibi bir adet uzak bir adet yakın silahınız var. Oyun size sanki uzak dövüş silahı öncelikliymiş gibi hissettiriyor ve bu şekilde başlıyorsunuz. Ancak böyle olunca oyun tuşa basılı tutmaktan ileriye gitmiyor. Yakın dövüşe geçince de keyifli olmuyor sanki öylesine tuşlara basıyormuşsunuz gibi geliyor. Taktik yapmaya çalıştığınızda da hemen ölüyorsunuz. Bu yüzden oyunun dövüş mekanikleri giriş kısmında tat kaçırıcı cinsten. Ancak karmaşık duygular oyun biraz ilerleyince başlıyor. Odağın hangi silah olduğuna siz karar verdikten sonra ve bu tarafta puanları dağıttıktan sonra, biraz da seviye atladıktan sonra oyunun dövüş kısmı çok daha keyifli bir hale geliyor. Oyunun yapısını da anlayınca oyun birkaç saat sonra çok daha keyifli bir hale geliyor. Dövüş mekaniklerindeki farklılıklar dışında oyunda yer yer karşınıza çıkan bazı bulmacalar da bulunuyor. Bu bulmacaların hepsi aynı tarzda değil, bu tarafta da farklılıklar bulunuyor. Verdiğiniz karakter puanlarına göre bulmacaların zorluğunun değişmesi de oyunun RPG tarafını yükseltiyor diyebilirim.
Oyunda, açık dünyada gezerken kullanabileceğiniz birçok araç da bulunuyor ancak bunlar yine oyun ilerledikçe size veriliyor. Oynanış kısmı için genel olarak şunu söyleyebilirim. Başlangıçta çok bunaltıcı ancak ilerledikçe açılıyor ve eğlenceli bir hale geliyor. Elbette yine muazzam bir oynanışa sahip olmuyor ancak eğleniyorsunuz. Özellikle “büyük” düşmanlar karşısında biraz rekabet olması da oyunu keyifli bir hale getiriyor. Küçük düşmanlar zaten hep birbirinin aynısı.
Küçük düşmanlar demişken genel tasarımlar ve grafikler hakkında bahsetmek gerek. Oyunda ana karakterin tasarımı ve animasyonları iyi ancak ne yazık ki geriye kalan karakterlerin tasarımları aynı şeyi hissettirmiyor. Özellikle minyon dediğimiz düşmanların tamamı aynı. Yer yer farklı türlerle karşılaşıyorsunuz sadece. Ancak bu tekdüzelik sıkıcı değil, yani gözünüze batmıyor. Genel olarak tasarımlarda çok hoşuma giden bir şey olmadığını da söyleyebilirim. Yine yeterli seviyede yalnızca.
Asıl bahsedilmesi gereken kısım ise grafikler. Oyunun grafikleri ilk bakışta çok iyi duruyor. Ancak detaylara bakıldığında iyi olmadığını fark ediyorsunuz. Karakter kaplamaları gerçekten iyi ancak çevreye baktığınızda eksikliği görebiliyorsunuz. RTX 2060’lı bir ekran kartından sunulan en yüksek grafiklerde oyunu oynadığımı da belirteyim. Oyunun renkli durması ve yeşilin baskınlığından dolayı çok iyi grafiklere sahipmiş gibi duruyor ancak özellikle yapılara yakından baktığınızda sınıfta kaldığını söyleyebiliriz. Daha doğrusu sınıfta kaldı demek yanlış olur. Oyunun bütçesinin bu taraflarda yetersiz kaldığını söylemek daha doğru. Oyunun başından sonuna kadar da bütçesinin düşük olduğunu oyun hissettiriyor. AAA bir oyundan ziyade AA oyun gibi ki öyle de zaten. Ancak son olarak şunu eklemekte fayda var: Grafikler detaylı bakınca kötü olsa da karakter animasyonları hariç gözünüze çoğu zaman kötü gelmiyor. Özellikle açık dünyada dolaşırken kötü olduğunu hissetmiyor hatta yer yer manzaraların güzelliğini izlerken kendinizi bulabiliyorsunuz. Bu arada oyunun tamamı boyunca 60 FPS’in altında değer almadığımı da belirteyim.
Puan
Oyunu her şeyiyle toparladığım zaman keyif aldığım bir oyun olduğunu söyleyebilirim. Ancak keyif almamın sebebi beklentimi sıfıra indirmem de olabilir.. Yine de kötü bir oyun değil Biomutant ancak iyi bir oyun olduğunu rahatlıkla söyleyemem. Ortalama üzeri, keyifli vakit geçirdiğiniz bir oyun. Ancak bittiğinde “Ben iyi bir şey tükettim az önce.” hissiyatını yaşatmıyor. Yaklaşık olarak 30 saatte de oyunu bitirmek mümkün.
0 puan için her şeyiyle kötü rezalet bir oyun, 10 puan için eksiksiz muazzam bir oyun ve 5 puan için de ortalama bir oyun dersek, benim Biomutant’a puanım 6.5 olur. Puanlama sevmeyenler için de oyunsuz bir dönemde güzel bir alternatif demem yeterli olacaktır.
Bu haberi, mobil uygulamamızı kullanarak indirip,istediğiniz zaman (çevrim dışı bile) okuyabilirsiniz:
1 Kişi Okuyor (0 Üye, 1 Misafir) 1 Masaüstü
GENEL İSTATİSTİKLER
10433 kez okundu.
17 kişi, toplam 17 yorum yazdı.
HABERİN ETİKETLERİ
biomutant, Yazılım